KIRŞEHİR TANITIM SİTESİ

| ALTUNTOP.NET | DUYURULAR | HABERLER | TARİHİ OLAYLAR | RESİMLER | İLETİŞİM |

KIRŞEHİR TANITIM SİTESİ -- GÜNCELLENİYOR

MAKALE SEÇMELERİ

ANA SAYFA

****

KIRŞEHİR’İN ADI

COĞRAFİ DURUMU

JEOLOJİK YAPISI

KIRŞEHİR'E ULAŞIM

FİZİKİ YAPISI

KIRŞEHİR'DE TURİZM

KIRŞEHİR GELENEKLERİ

KIRŞEHİR YEMEKLERİ

KIRŞEHİR TARİHİ

KIRŞEHİR EKONOMİSİ

KIRŞEHİR İKLİMİ

KAPLICALARIMIZ

TARİHİ ESERLERİMİZ

İLÇELERİMİZ

KIRŞEHİR MÜZESİ

HALK OZANLARI

YÖRESEL ETKİNLİKLER

MESİRE YERLERİMİZ
KIRŞEHİR MANİLERİ
MAHALLİ KELİMELER
MAHZENLİ ALİ EFENDİ
GÜMÜŞKÜMBETLİ KÜÇÜK SOFU
KIRŞEHİR KİTAPLARI
MEŞHUR KIRŞEHİRLİLER
****
KIRŞEHİR'DE YARENLİK
****
SEÇME ŞİİRLER
****
MAKALE SEÇMELERİ
****
****
KIRŞEHİR RESİM GALERİSİ
****
RUYET-İ HİLAL MESELESİ
RUYET-İ HİLAL MESELESİ
****

  TANIŞALIM,
  
 DANIŞALIM,
  
 TARTIŞALIM

Yunus Emre’nin altın gibi kıymetli şu sözü ile konumuza başlayalım.

 

“Gelin, tanış olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.”

 

    İnsanlar, cemiyetler, kitleler birbirleriyle tanışmak, birbirlerine danışmak ve her alanda gerçek ve objektif ölçüleri yakalamak için tartışmak zorundadır.
   Sosyal toplumlarda çevremizdekileri, çalıştığımız mesai arkadaşlarımızı, diyalog kurduğumuz herkesle tanışmak, onların fikirlerine başvurup saygı duymak, onları tanımaya çalışmak gerekliliğine inanıyoruz.
     Danışmak, fikirleri söylemek, söylenenleri akıl süzgecinden geçirip değerlendirmek erdemli davranışların başında gelmektedir.
   Her hangi bir konu hakkında kesin bir bilgiye sahip olmadan, sağlam ve inandırıcı bilgilerle donanmadan, ısmarlama bilgilerle yola çıkanlar; kendisini de, toplumu da karanlığa sürüklerler. Şikâyetleşmelerle, başkalarını suçlu ilan etmelerle, bir yere varılamayacağı aşikârdır. ”Karanlığa küfredeceğine, bir mum yakmayı denesene.” sözü ne kadar yerinde kullanılmıştır.
     Danışalım, çünkü danışma sayesinde engeller kolay aşılabilir, takip edilen ilkeler yerlerine yerleşir. Arzulu ve hınçlı olanlar çoğu zaman aklın sesini, vicdanın muhasebesini duyamazlar.
     Bir camiada, bir toplulukta, liderlik yapanlar, toplantıları yönetenler, başkalarına da söz verip onları dinlemelidirler. Onların şikâyetlerini, önerilerini gündemde değerlendirip, çözüm yollarını açmalıdırlar. Bulunduğu makamda yetkisinin avantajını kullanarak, hep kendi görüş ve düşüncelerini öne çıkaranlar, kıymetli zamanları heder ettikleri gibi, toplantıda bulunanları da tedirgin edebilirler. Birlik ve beraberlikten kuvvet doğacağı bilinmelidir.
    Hata ve eksikliklerinin ortaya çıkmasından tedirgin olanlar, ne kadar gerçeklerden kaçsalar da, güneşi balçıkla sıvayamazlar.
   Danışmak; makamları küçültmez, itibarı zedelemez. Lider olan insanlar, başkalarının fikirlerine saygı gösterdiklerinde, düşünülen projeler güçlenir ve hız kazanır.  ”Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” ”El elden üstündür.” Sözleri akıldan hiç çıkmamalıdır.
     Tartışmak; medeni toplumlarda, demokrasiyi kabullenmiş kitlelerde vazgeçilmez bin kuraldır. İnsanlar, okumalı, okutmalı, araştırmalı, kendisini ispatlamış âlim ve bilgin kişileri dinlemelidir. Aklını ve mantığını iyi kullanıp, olayları iyi süzmeli, makul kararlar vermelidir.
    Bilgi ve tecrübelerle ve kendini donatanlar, cesaretine güvenenler tartışmaktan asla korkmazlar. Dünya’ya tek pencereden bakanlar, tek taraflı okuyanlar, tek taraflı seyredenler müspet bir ilime ve toplum düzenine yardımcı olamazlar. Fikirlerini rahatça söyleyemeyen, düşüncelerini başkalarıyla paylaşamayanlar hep birilerinin esiri, kölesi olmuşlardır.
    Kendisini yetiştirmeyip, hazır ve ithal fikirlerin, kültürlerin güdümüne kaptıranlar, düştükleri girdapta kaybolup giderler.
     Nefes tüketmeyen,fikir üretmeyen,ülkesini yüceltmeyenler hep hüsranda olmuşlardır.
  
Düşük zekâlı insanlar kişileri,
Orta zekâlı insanlar olayları,
Üstün zekâlı insanlar da fikirleri konuşurlar.
Sevgi ve saygılarımla.
                         GÖNDEREN:   Ali AYDEMİR
                             Ş.A.S.M.Cumh.İlköğ.Ok. Müd. 
                          WEB :  http://ali.ktg.com.tr

  

  
   CONSOLOS’UN ŞEKER SATIŞI 
 

    *  Consolos’un bakkallık yaptığı dönemlerde, Ramazan Bayramı yakın olduğundan Consolos yeni getirdiği misafir şekerlerini tezgâhlara dizmeye başlar. Esnaf komşularıyla da bir taraftan sohbet etmektedir. 
     Bir ara komşusu olan ve PTT de çalışan, dağıtıcılık yapan Orhan Gafa, dükkâna girer.(Rahmetli) Consolos’un daimi müşterisidir. Selam verir. Hoşbeşten sonra yeni gelen şekerler Orhan Gafa’nın dikkatini çeker. Değişik şekerlerin olduğunu, yeni gelen şekerlerden birinin tadına bakmak istediğini söyler. Consolos’ta beş kiloluk şekerlerden birini indirip Orhan Gafa’ya sunar. Açılan beş kiloluk şeker kutusundan bir şeker alıp yiyen Orhan Gafa, Consolos’a ”Bir şekerini yedim. Helal et”. Consolos aradığı fırsatı bulmuştur. Orhan Gafa’nın inançlı ve dürüst olduğunu bildiğinden hemen cevabı yapıştırır.    “Vallaha da billahi de helal etmem. Ya beş kiloluk şekerin tamamını alırsın, ya da haram ederim”.  Orhan Gafa, kararsız ve şaşkınlık içerisindedir. ”Bir şeker, ne olacak helal et” diye israr etse de, Consolos,ya şekerin tümünü almasını ya da haram edeceğini defalarca söyler. 
     O ara dükkân komşu esnaflardan gelenlerle dolmuştu. Onlarda Consolos’a ne kadar israr etselerde sonuç değişmez.
     Rahmetli Orhan Gafa parasını vererek beş kiloluk şekeri alıp evin yolunu tutar.
     Consolos, epey bir zaman bu olayı dostlarına anlatır. Orhan Gafa’ya bu konuyu sorduğumuzda gülerek onaylardı.
     Orhan Gafa’yı  ve Yılmaz Yılmaz’ı (Consolos) bir kez daha rahmetle anıyoruz. Ruhları şad olsun. 
   
                                            GÖNDEREN:   Ali AYDEMİR 
                                                        Ş.A.S.M.Cumh.İlköğ.Ok. Müd. 
   

  * * * * * * *  * * * * * * * *  * * * * * * * *  * * * * * * * * *

MUCURLUYSAN GEÇ YUKARI
  

 

  
   * Esasen ‘Türkmen, Karacakurt ve Yörük’ aşiret boylarından geldiği iyi bilinen Mucur yöresi halkının en belirgin özellik ve güzelliklerinden birisi de ‘konuksever’ oluşudur.
   Ailedeki iman ve ihlas varlığının yaşam kültürüne yansıması, güzel ahlâk ve anlayışın katmerleşerek büyümüş biçimi neticesinde “büyüklere saygı, küçüklere sevgi ve konuğa hürmet” burada daima kural olarak uygulanır. Zira Mucurlu ‘hürmetin, edilenden ziyade, edeni yükselteceğini’ iyi bilir. Tanrı misafirinin hem gönülde ve hem de mekândaki yerinin ‘başköşe’de olduğunu gelenek halinde görür. Konuğunu evinin veya misafir odasının baş köşesine oturtup, altına yatak veya Mucur’a özgü halı minderin en büyüğünü sererek, sırtına da Mucur’a özgü Acıöz’ün pençeli halı yastığını dayayıp, elini göğsüne (döşüne) koymak suretiyle, hizmette kusur etmeden tüm cömertliğiyle konuğunun rahatını sağlar.
    Gelelim “Mucurlu’ysan Geç Yukarı !” veya “Mucurlu’ysan Sen de Geç yukarı !” efsanevî deyimine:
      Ali Rıza Güney, Ankara Ocak Yayınları arasında çıkan 1997 yılı basımı “Tarihçesi, gelenekleri ve Halk Şairlerini anlatan Mucur kitabı”nın 84. sayfasında konuyu hikâye etmiş ve olayın Mucur merkezinde ‘ağalardan birisinin odasında gerçekleştiğini’ duyumlarına dayandırarak anlatmış. Yine Mucurlu şair ve yazarlardan Ali Aydemir ise bu deyimi 24 Mayıs 2010 tarih ve 387 sayılı “Mucur Gazetesi”nin 2. Sayfasında, bildiklerini ve duyduklarını özetleyip olayın ‘Kırşehir İl merkezindeki bir düğünde yaşandığını’ belirtmiştir. Konu bana göre yoruma açık, anonim ve adeta bir efsane hükmündedir...
   Bütün bu anlatılanlardan ve birebir yaşadıklarımdan çıkardığım kişisel sonucun değerlendirmesi de şöyle:
   Yöredeki köylerin birisinde düğün olmaktadır. Düğün evine (Düğün derneğinin toplandığı odaya) davetli olarak önce Mucurlu olmayan birisi gelir ve kendisi başköşeye oturtulur. Bu arada diğer davetliler de birer ikişer veya gruplar halinde gelmekteler. Daha önce gelen ne de olsa biraz eskimiş, kıdem basmış bir konuk olduğu için, misafirler odaya girdikçe verilen selâmı alır ve kendinden sonra gelene yer verip kademe kademe bir aşağı mindere oturur. Öyle ki, odaya gelen misafir sayısının çok fazla olduğu görülmektedir. Dolayısıyla bu misafirin de bir sonra gelen misafire yerini vermesiyle neredeyse kapı ağzına kadar geldiği anlaşılır. Bu arada kapı açılır ve giyimli halinden ve yanındaki çullu tazısından avcı olduğu belli bir başkası da içeri girer. Kapı ağzına kadar gelen misafirin sabrı taşar ve çullu tazıya (av köpeği) odanın başköşesini işaret ederek “Mucurlu’ysan sen de geç yukarı !” der... Mucurlu’ya gösterilen misafirperverlikten rahatsız olan yabancı böylece hırsını ve hıncını tazıdan almış; dolayısıyla da Mucurlu’nun yerinin başköşe olduğunun farkına kapının ağzına geldiği zaman ancak varabilmiş... Belki de ‘misafir misafiri sevmez’ deyimini üretenler bu nedenle haklı galiba...
     Bana sorarsanız: Misafir olduğumuz yerlerde bazen “arzu ettiğiniz yere oturabilirsiniz” diyen dostlarıma: “Ben Mucurlu’yum, yerim daima başköşedir” şeklinde cevap veririm. Bu ifadem asla kibir değildir !..
    Sözün özü: Mucurlulu’ğumdan, konukseverliğimden zaten ödün veremem. Başköşedeki tesçilli gönül yerimin bir alt kademe ile değiştirilmesini asla hoş göremem. Daha ne diyeyim: İtiraz eden mi var? “Mucurlu’ysan Sen de geç yukarı !”
      Hoşça kalınız.
   
     GÖNDEREN:   Duran ERDOĞAN - Kırşehir Anekdotları Yazarı
  

 
“ PEKMEZ AKILLI KIRŞEHİRLİ !”

    
     * Hemen her yöre veya o yörede yaşayan insanlar için bazı şöhret ya da lâkapların söylendiği bir gerçektir. Bu şöhret veya lâkap güzellik içerdiği gibi çirkin anlam da çağrıştırıyor. Bize kaba ya da çirkin gelen söylemleri bazılarının kütüklerine tesçil ettirip ‘Soyadı’ olarak resmen kullandığını bile görüyoruz. Kültürümüzde bunun sayısız örnekleri var. Burada kişiler ve diğer yöreler için bazı örnekler vermek detaya girmektir ki konuyu dağıtırız.
   Ancak yaşadığım yörem Kırşehir için genel de başkalarının şöylesine sözlerine muhatap olduğumu hatırlıyorum. Tanışma veya takdimden sonra biraz mütebessim yılışıklıkla, “Kırşehirli misin? Pekmez akıllısın!” veya “Kırşehirli’yim” dediğimde “Pekmez akıllıyım” desene?” diyenler maalesef var. Olmasa mıydı? Denilmese miydi? “Elin ağzı torba değil ki büzesin!” isteyen istediğini der. Amma ve lâkin ‘öküzün altında buzağı arar’ gibi, bu sözün altında, arkasında,önünde, yanında çirkinlik aramak zaten yanlış. Söyleyenlerin dahi gerçek anlamını bilmedikleri bir söz için,onurlu bir Kırşehirli olarak gocunmamıza da zaten gerek yok.
   Gerek bunca yıllık yaşadıklarımdan ve gerekse yaptığım araştırmalardan “Pekmez akıllı Kırşehirli!” söyleminin ortaya çıkış nedenini açıklayan yazılı, ciddi bir kanıt, belge ve bilgiye de maalesef rastlayamadım...Özellikle internet üzerinde dolaşan bilgilerin pek çoğu da duyuma ve yoruma bağlı kişisel düzmecelerdir. Yalnız şu var ki, düzmece de olsa konu artık ‘anonim’leşmiş ve böylece sıfat özellikli bu deyim günümüzde evrensellik kazanmış. Burada bize düşen, iyiyi bulmak ve doğruyu hedef göstermektir. Yalan ve yanlışlara da sabırla akîl açıklık kazandırmaktır. 
    Aslında “Pekmez akıllı Kırşehirli!” deyiminin ne anlam içerdiğini bilmek için, Cumhuriyet öncesindeki Kırşehir’in coğrafi konumunu, halkının sosyal yaşantısını, kısacası geçim kaynaklarını da iyi bilmek lâzım. Konuya bu şekilde yaklaşarak mantıklı ve makûl değerlendirmeyi buna göre yapmak çok önemli. Aksi halde: “lâf ola, beri gele. Uydur, uydur söyle.Aklın olmaya da inanasın!” demezler mi?
   Konuya açıklık getirelim: Cumhuriyet öncesinde fabrika yok. Geçim kaynakları kısıtlı. Henüz ‘şeker’ ve kimyasal tatlandırıcılar icat edilmemiş. Kırşehir’in iklimi de bağcılık yapmak için çok elverişli. Herkesin onlarca dönümlük (hektarlık) bağları var. Üstelik pekmez hemen her şeyin ana veya ham maddesi. Yöre halkını da ister-istemez bağcılığa yönlendirmiş. Kendi ailemden de çok iyi biliyorum. Kurugöl’ün uzağındaki bağımızın yanında yazlık bağ damımız (bağ evi) vardı. Üzüm toplama mevsimi geldiğinde bağ damlarında yatar, üzümleri kurutur, bir aydan fazla bağ bozar, pekmez kaynatır ve bu pekmezleri kağnılarla köy evimize taşırdık. Çünkü ailemizin ana geçim kaynaklarından birisi, daha doğrusu çiftçilik ve hayvancılıktan da önce birincisi bağcılık idi. Haram ve günah inancının gereği ailem şarap yapmazdı. Başköşeye oturtulup altına yatak serilerek onurlandırılan misafirlere çay ikram edildiğinde, şeker olmadığı için çayın pekmez veya kuru üzümle içildiğini daha dün gibi hatırlıyorum.
   Günümüzde ortalıkta dolaşan ve kafa karıştıran söylentiler şöyle: Efendim !
   1. Deprem olmuş da yıkıntılar arasında kalan Kırşehirli adam öncelikle pekmez küpünü kurtarmış... Mantıksızlık veya komiklik bu davranışın neresinde? “Mal canın yongası!” değil mi?
   2. Evde yangın çıkmış da, ölümü göze alarak alevin içine dalan vatandaş, yangının ortasında kalan karısını ve çocuğunu kurtaramayınca, elinde pekmez küpüyle dışarıya çıkmış. Şimdi bu safsataya inanalım mı?
   3. Ankara İtfaiye meydanında iki camı taşıyamayan hamala camların arasına pekmez sürdürüp, taşınma kolaylığını sağlamış. Bu yapışık camların evde birbirinden nasıl ayrıştırılacağını da para alarak öğretmiş. Aferin, bravvo Kırşehirliye, çok da güzel etmiş.
    4. Gönül dostlarından Dalakçılı şair ve yazar İbrahim Özdemir (Ozan İhvan-î) 27 Temmuz 2010 tarihli Kırşehir Kervansaray Gazetesindeki “Pekmez akıllı Kırşehirli” başlıklı köşe yazısında özetle: “Adana’lı işadamı Osman ağa, yokluk ve kıtlığın hüküm sürdüğü fi tarihinde, çiftliğinde çalıştıracağı adamları sınava tabi tutar.Bir kaba pekmez, diğer bir kaba da susam koyar. Kaşıksız olarak pekmezle susamı yiyen sınavı kazanacaktır. Açlıktan iyice danikmiş (bitap düşmüş) Dalakçılı Ese’nin Ahmet de işaret parmağını pekmeze batırıp, susamı da pekmezli parmağına iyice doladıktan sonra kaptaki pekmezle, tüm susamı yeyip bitirir.” Böylece sınavı kazanır. İşveren Osman ağa; pratik zekâlılığından dolayı Ahmet’i işe alır. Ahmet’in sevecenliği ve tatlı yapısı hoşuna gider, bundan böyle kendisine çok akıllısın anlamına gelen; “Pekmez akıllı Kırşehirli!” diyerek iltifat eder, diyor.
    Bu hususta yaşanmış ayrıntılardan sayısız örnekler vermek elbette mümkün. Ancak, takdir edersiniz ki buna sayfalar yetmez.
   
    Sözün Özü: Hep anlatılır ya, karamsarın birisi muhatabına“Senin baban açlıktan öldü!” demiş. Adam da “Babamın bunda suçu ne? Babam buldu da yemedi mi?” cevabını vermiş... Eğer, açlıktan öldü denen adam; anamın üzümden yaptığı, her türlü hastalığa iyi geldiği çok iyi bilinen, içinde sayısız faydalı vitamin ve mineral dolu hormunsuz “Kırşehir pekmezi”ni, (yoğurdun üstüne döküp) hıyar turşusuyla beraber yemiş olsaydı; daha uzun ömürlü ve sağlıklı yaşar, ecelinden de önce ölmezdi, bana inanın.
     Günümüzde pancar, dut, keçi boynuzu( v.s.) gibi ürünlerden dahi yapılan çeşitli katkı maddeli fabrikasyon pekmezlerin üreticilerine kimsenin bir diyeceği yok galiba...Kırşehir sevdalısı yazar olarak; “Kırşehirli misin? Pekmez akıllısın!” söylemi konusunda alınganlık gösterip polemiğe girmeyi de çirkin ve anlamsız buluyorum.
   Makûl ve mantıklı düşüncelerimi içeren bu yazımla; karamsarların pastan barlanmış şom ağızlarına bir parmak baldan da tatlı Kırşehir pekmezi çalarak (sürerek) dillerini tatlandırıyor,böylece konunun ibretlik aslını öğrettiğimi sanıyorum.
    Hoşça kalınız.

 
  
             GÖNDEREN:   Duran ERDOĞAN - Kırşehir Anekdotları Yazarı
   

* * * * *

  * * * * * * * * * * * * * *

     *  MAKALE GÖNDEREN SAYIN ALİ AYDEMİR BEY ile
   
 DURAN ERDOĞAN BEY'E TEŞEKKÜR EDER.
ÇALIŞMALARINDA BAŞARILAR DİLERİZ...

ANA SAYFA
****
İLETİŞİM
****
facebook sayfamız
****
****
Islam ve Bilim
 
İSLAM ve BİLİM
****
HABERLER
****
****
****
****
****
****
ANA SAYFA
****

**** **** *** ** *** **** **

*********

Bu Site En İyi Internet Explorer 5.0 ve üzeri Sürümlerde 1024 X 768 Piksel ayarlarında görüntülenir.

COPYRIGHT © 2010 BY ALTUNTOP.NET/ Abdülhakim ALTUNTOP  HER HAKKI SAKLIDIR.

Web hosting by Somee.com