|

|
SÖZÜN ÖZÜ
Yazan: Duran ERDOĞAN |
* HALK KÜLTÜRÜNDE KIRŞEHİR
YARENLİKLERİ
Türkü, türkünün öyküsü, şiir, masal, hikâye, anekdot,
destan, efsane, mani, ağıt, deyim, atasözleri, bilmece, dua, beddua ve halkın
kullandığı kelimeler halk kültüründeki ortak değerler bütünüdür. Mümkün
oldukça,ömrüm ifa ederse hepsine zaman içinde burada Yöremiz Kırşehir’den
örnekler sunup, sizlerle birlikte notalji keyfi yaşamak istiyorum.
İşte size örnekler:
|
* BİZİ HARMAN ÇAYIRINA ÖRKLE KENDİMİZ
YAYILIRIZ
Olay, yokluğun ve kıtlığın hükümdar olduğu fi tarihinde
Mucur’un Dalakçı köyünde geçer. Eskilerde Kırşehir üzüm bağlarıyla ünlüdür.
Çünkü iklimi ve toprağı bağcılık için elverişlidir. Bu nedenle çokça pekmez
üretilirdi. Hattâ bağcılıklarını kıskanan, başka yörenin bazı ard niyetlileri de
kıskançlıklarından “Pekmez akıllı Kırşehirli” diyerek, yöre halkına takılmadan
edemezlerdi. Her neyse;
Dalakçı Köyü’nden Zalha (Zeliha)
bacının da o yıllarda birkaç dönümlük üzüm bağı var. Baharda bu bağını belletmek
için kendi köylüsü birkaç ameleyi bir hafta çalıştırır. Bağ belleyen amelelere
de hergün madımak yemeği pişirir. Her gün madımak yemekten bıkan amelelerden
birisi:
“Zalha Bacı ! Sen her gün bu
madımakları kazmak için çayıra gidiyon. Yıkayıp, temizleyip,yağ, tuz , katıp,
pişirip bir hayli zahmete giriyon. Bu kadar emeğe, mesarife,eziyete ne gerek
var? Ahırda ineklerin yularlarından getir, bizleri harman çayırına örkle,
acıkınca biz kendimiz madımakları yayılır, karnımızı da doyururuz.” der.
|
* ŞEMSİ YASTIMAN AĞABEYDEN BİR NOSTALJİ
Rahmetli Şemsi Yastıman ağabeyim
Kırşehir’de Ortaokul öğrencisidir. Şosenin kenarında dalgın-dalgın yürürken,
arkasından bir eşeklinin geldiğini ve ayak seslerinden kendisine iyice
yaklaştığını farkeder. Sahibinin eşeği durdurmak için “Çüüüşşş” dediğini duyar.
Sesi tanır ve durur. Dönüp eşeğin üstündeki adama selam verir. Eşeğin üstündeki
adam tarih öğretmenidir. Öğrencisi Şemsi Yastıman’a:
“Sen yörü, Sen yörü, Sana demiyom !” der. *
* Kaynak: Atila Erdemir, Lafın Tamamı Aptala Söylenir, Sayfa:
107, İstanbul 1998
** Not: Şemsi Yastıman ağabeyimin hayatının anlatıldığı kitapta
yarenliklerin daha fazlası var.
Sözün Özü: Dostlara şunu söylemekle kendimi sorumlu sayıyorum:
Kırşehir’de doğup, büyüyüp burada yaşayan halk okumamış da olsa, ariftir. Şeyh
Edebalî,Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahi Evran-ı Velî, Cacabey, Âşık Paşa
gibi âlim, ulu Türkmen kocaları başta olmak üzere, pek çok Alperenleri bağrında
yetiştirmiş Kırşehir, ‘Milenyum Çağı’nda Türkiyenin bir kültür kentidir.
Buyurun, gelin, misafirimiz olun; kapımız ve gönlümüz ardına kadar açıktır.
|
* İKİ ÜFÜRÜKLE BİR SABIR
Derler ki büyüklerimiz:
Seyahatin ve
taşımacılığın eşekle, develerle, katırlarla yapıldığı fi tarihinde Bizim
Kırşehir’de ağalardan birisinin konağına birisi yatılı tanrı misafiri gelir.
Akşam olur,sofra kurulur,meydan sinisinin etrafına erkekler bağdaş kurup
otururlar. Âdet olduğu üzere çorbadan başlanır. Çorba ocaktan henüz yeni
indirilmiş; dumanı üstünde, kaynar mı kaynar!.. Açlıktan iyice danikmiş (bitap
düşmüş) misafir, besmele çekmeden mübarek çorbaya hızla kaşığı sallar ve aynı
hızla midesine indirir.
Dolayısıyla, kaynar çorbadan
aceleci misafirin ağızı, boğazı, bilcümle-tekmil sindirim sistemi yanar,
kavrulur. Gözlerinden boncuk-boncuk yaşlar gelir. Konağın tavanına bakakalır.
Erkekliğin raconunu bozmayan misafir hane sahibine: “Bu tavanı hangi usta
süsledi. Konağı kaça malettiniz?” diye sorar. Ev sahibi de misafirin hem
acınacak, hem de gülünecek durumunun ve acziyetinin farkındadır. Hemen taşı
gediğine koyar: “Senin annıyacağın, bu konak bana ‘iki üfürüğünen, bir sabıra’
çıktı.” der.*
Sözün Özü: Kültürümüzü
zenginleştiren ve güzelleştiren bu tür sözlerin pek çoğu anonimleşmiş ve yöresel
deyim olmuştur. Kültürümüzü anlatırken yaptığım ve yapacağım gaf ve sürçü lisan
olursa, peşinen affola diyor; hoş görünüze sığınıyorum. Çünkü, mümkün oldukça
böylesine söz ve deyimleri aslına ve o devirde kullanılan kelimelerle arzetmeye
çalışacağım. Bir başka yöresel söz ve deyimi muhabbetimize konu yapabilmek umut
ve temennisiyle...
|
*
BENDEN DE MALLARI VAR !
En büyük ağabeyim dindar yaşar ve sinirlendiğinde
de çirkin küfür etmez; mecbur kalırsa karşısındakine “hayvan” anlamına gelen
“mal” derdi. Bir oğlu var ki; küçükken nasıl mûzır, nasıl haşarıydı anlatamam.
Yaptığı yaramazlıkları ağabeyimi çok kızdırır, ağabeyim de kendisini dövmez, ama
yüzüne gayet sert bir bakışla “mal” derdi.
Bizim yeğen, delikanlılık
merdivenlerini bir-bir yürüyüp gün oldu askere gitti. Acemi birliğinde
askerliğini yaparken, babasına yazdığı mektubunda aynen şöyle der:
“Baba, memleketteyken yaptığım
yanlışlıklara kızınca bana hep “mal” derdin. Bir görsen burda benden de
‘mallar’ var!”
|
* KURT FAKI – TOSUN ÇAVUŞ MUHABBETİ
Yörede ‘Kurt Fakı’ namıyla bilinen nüktedan
hemşehrimiz ‘Fakı’ emmi bir grup komşusuyla yakın bir köye başsağlığına
giderler. Dönüşte de yol üstündeki Dalakçı Köyü’ne uğrayıp Tosun Çavuş’un
kahvesini içmeyi kararlaştırırlar. Köye varmadan bir senaryo hazırlarlar.
Akıllarınca Tosun Çavuş’a takılacaklar. Tosun Çavuş’ da bir hayli şişman,
göbekli, malını damatlara bırakmak istemeyip hepsini kendi yiyen besili, tombul,
tonton, şakacı bir tipik kişi...
Dalakçı’ya gelirler ve Kurt Fakı kafasının
içindeki senaryoyu sahneye koyar:
“Yolda gelirken bir kurt gördük. Nerde büyümüş, neyinen
beslenmişse mübarek hayvan(!) tosun gibiydi !..” der. Bu tekmenin kendisine
geldiğini anlayan Tosun Çavuş cevabı Kurt Fakı’nın alnının şakına çakar.
“Yahu siz de hemen bir kurt
fakı** bulaydınız, o köpekten(!) daha iyi kapardı kurdu” der.
* Fak: Tuzak,ağ, kapan, hile anlamlarına gelmektedir.
|
* ÜÇLER KAĞITÇILIK MÜESSESESİ
Ankara’nın Sıhhıye semtindeki Atatürk Lisesinde okudum. Okul
yolu üstündeki bir apartmanın giriş katında “Üçler Kâğıtçılık
Müessesesi” adıyla kâğıt alım-satımı yapan bir işyeri vardı. Okul
çıkışı, mûzır bir öğrenci cebindeki boya ile bu işyerinin tabelâsındaki
‘Üçler’ kelimesinin ‘ler’ini aynı renkteki boya ile sildi.. Böylece
işyerinin “Üçler Kâğıtçılık Müessesesi” olan adı bir anda “Üç Kâğıtçılık
Müessesesi” oluverdi. Ben bu mûzırlığa çok güldüm. Unutamadım.
|
* ARKANDAN GENE EŞŞEK DERLER
Genç, dinamik ve görev aşkıyla dolu olduğu
anlaşılan ilin yöneticilerinden birisi ara-sıra köylülerin arasına
katılıp onlarla sohbet etmeyi çok seviyor. Yokluğun ve yoksulluğun hüküm
sürdüğü o devirde köylüler de yeri geldikçe, “Eşeği olmayan köylü
eşekten de kötüdür” diyerek, eşeğin öneminden söz ediyorlardı ilin
yöneticisine. Dolayısıyla köylülerin ağızlarından çıkan iki lâfın birisi
mutlaka eşek oluyordu. Yönetici eşek sözünü kaba bulur, köylüleri
uyarır:
“- Bu binek hayvanına merkep deyiniz. Merkep
sözcüğü zaten binek hayvanı (binit) anlamına gelir. Yani merkep demeniz
daha uygun olur.” der. Köylüler zorlana zorlana merkep demeye özen
gösterirlerse de... Ancak içlerinden biri de yöneticiyi uyarır: “Darılma
amma beyefendi! Alışmış gudurmuştan beterdir. Şimdi yüzüne garşı merkep
dediklerine bahma. Aha Sen Şehergediğini aşmadan arkandan gene eşşek
demeye başlarlar. Bunların ipiynen guyuya inilmez.” der.
Sözün özü: Bir ‘dede’ tavsiyesiyle konuyu
bağlamak istiyorum... Tecrübe konuşuyor!.. Atalarımız özlü sözlerden
oluşan bu deyimleri lâf olsun diye boşuna dememişler... Eşinizin ve
dostlarınızın yanında, boş kaprislerle, patavatsız sözlerle sizleri
haksız yere aşağılayan birisinin iğrençliğini yaşadığınızda, kendinizi
“eşekten düşmüş karpuza benzemiş“ gibi algılasanız bile; yaşanılan
çirkinliği yapanın bu çirkefliğini “eşek inadı” sayıp, söylenenleri
tekrarlanan “eşek şakası” sanıp, o kişiyi ancak “eşek cennetini
boyladığı” zaman Cenab-ı Hakk’ın huzurunda affetmeyi düşünmelisiniz...
Sizin kendisine olan sevginizin, saygınızın ve hatta hoş görünüzün
değerini “eşekkafalı”lar “zebanilerin güllesini” alınlarının şakında
“eşek tekmesi” gibi hissettikleri o ahîr zamanda ancak anlayabilirler...
İnsanlık bizde kalsın...
|
MUCUR AÇLIKTAN ÖLÜYOR!
* Hacıbektaş-Mucur
arasında dolmuşçuluk yapan ve nüktedanlığıyla bilinen şoför Çerkez;
Ramazanın Ağustos aylarına rastladığı çok sıcak bir yaz gününde Mucur’a
yolcu getirir. Oruç tutmadığı savurduğu sigarasından belli. Mucur’da
karnını doyuracak açık bir lokanta veya pide fırını da bulamamış.
Yolcuları toparlayıp Hacıbektaş’a döndüğünde, gördüklerini ve
yaşadıklarını duraktaki şoför dostlarına şöyle aktarmış:
“Mucur’da öğleyin karnımı doyuracak açık bir yer bulamadım.
Halkın benizleri solmuş, susuzluktan dilleri-damakları kurumuş, açlıktan
nefesleri kokuyor. Şuna baksana Hacıbektaş öyle mi? Tüm lokantalar açık,
bolluk-bereket var. Nankörlük etmeyin Hacıbektaşlı’lar, varın yurdunuzun
kıymetini bilin !... Mucur açlıktan ölüyor !..”
|
|
GÖNDEREN: Duran ERDOĞAN , Kırşehir Anekdotları Yazarı
* * * * * * * * * * * * * * *
* MAKALEYİ GÖNDEREN SAYIN DURAN ERDOĞAN BEYE TEŞEKKÜR EDERİZ...
* * * * * * * * * * * * * * * * *
* * * * * * * * * * * *
* * * GÜNCELLEME TARİHİ :
18.04.2020
* * *
|
|